Sakarya Pamukova Eskiyayla etkinlik anıları 11.03.2012
Eskiyayla’dan Melekşeoruç’a doğru yüksek adrenalinli amansız bir takip …
Pazar günü evde pijama-terlik konseptine hayır diyen bir avuç kahraman doğa tutkunu artık bir ritüel haline gelen Ali Fuat Paşa kahvaltısından sonra- bu arada itiraf edeyim, bu kahvaltıya ısınmaya başladım, hatta mekan sahibi bize peynir ve domates bile ikram etti, nihayet belediye buna izin vermişJ- yürüyüşümüzün başlangıç noktası olan Eskiyayla’ya doğru “vosvos Seyfi” klavuzluğunda yola koyulduk. Sürekli rakımı artan dar patika yolda vosvosumuz kıvrıla kıvrıla ilerlerken, bir yandan eşsiz güzellikleri izliyor ve yavaş yavaş baharın müjdelenmesine şahit oluyorduk, diğer yandanda hemen herkes “yahu nerde bu kar hoca” diye adeta Yılmaz hoca ile şakalaşıyordu. Yılmaz hoca ise herzamanki bilgeliğiyle bıyık altından gülerek, adeta biraz sonra görürsünüz gününüzü, der gibiydi.
Eskiyayla’nın tam doruğunda karın-buzun üstünde piknik yapmaya hazırlanan bir grup gençle karşılaştık. Bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde bizi görünce ve ne yapacağımızı öğrenince adeta şaşkınlıktan dillerini yutacaklardı. Çok kibardılar, bize ikramda bulunmak istediler ama teşekkür edip saat 11:15 sularında Eskiyayla’dan Kazımiye’ye doğru ilk rotaya koyulmak üzere yaklaşık 1 metre, zaman zamanda belki 1.5 metre yüksekliğindeki kar üstünde rengarenk tesbih taneleri gibi sıralanıp bayıraşağı akmaya başladık, yüzümüzde mutlu bir tebessümle. Önceleri kar yüksek rakımdan dolayı sertti ve nispeten kolay ilerliyebiliyorduk, ama aşağı indikçe kar yumuşamaya başladı ve neredeyse yarım metre batıp çıkarak ilerleyebildiğimiz çok zorlu bir emekleme yürüyüşünde bulduk kendimizi. Adeta zorlu bir bataklıkta yürüyor gibiydik.
Hepimiz enerji ve umut dolu olduğu için, bu çok zorlu parkura aldırış etmeksizin, doğanın bu bakir sayılabilecek eşsiz güzelliğini, peri masallarındaki gibi büyüleyici kar manzalarını, inanılmaz güzellikteki çamlarla kaplı engin vadiyi, buz gibi suları şırıl şırıl akan derecikleri, bazende ne olduğunu pek anlayamadığımız yabani hayvan izlerini seyredek ağır ağır ilerledik zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmadan. Yolda, zaman zaman, Pınar’ın karşılaştığı her ilginç çam ağacını, müthiş gözlemlerle tahlil ederek nasıl anlamaya çalıştığını ve bizlere verdiği kısa konferansları izledik büyük keyifle. Ekibimizde nisbeten yeni olan Berna’nın sıcak ve içten kahkahaları, Şirin’in zarifçe yaptığı latin dansı enstantaneleri hatta bizleri dans dersleri almaya yönelik cesaretlendirici konuşmaları hep motivasyon kaynağı oldu yürüyüş boyunca. Ekipteki en genç üye Bahri’nin karşılaştığımız küçük kar tepelerinden kendini Hezarfen sanarak uçuşları ve takla atarak düşüşleri neşemize neşe katıyordu. Şebnem Hanım’ın küçükoğlu ile yaptığı nefis ülke gezileride ilgi ile dinlenmekteydi. Öte yandan, Şebnem hanım ve Pınar’ın karda batmadan ilerlemelerini tüm ekip hayretle ve kıskançlıkla izlemekteydik. Kubilay ise “hanımlar yarına kesin bir beden küçüldük; artık dolaptan zevkle çıkarırsınız olmayan elbislerinizi” diye motive ediyordu herkesi.
Zaman zaman hanımların başlattığı meşhur “Hayde Hayde” Karadeniz türküsü eşliğinde neredeyse saat 15:00 olmak üzereydi ve biz yaklaşık 4 saattir inanılmaz mücadele ile ilerlemeye gayret ediyor, bir yandanda öğle yemeği için kendimize en azından oturabileceğimiz bir yer bulma hayali ile etrafa bakınıyorduk. Ekip çok ama çok yorulmuştu, özellikle önden gidip derin karda büyük gayretlerle yolaçmaya çalışan Yılmaz Hoca, Çetin ve Kubilay. Diğer yandan, hanımların “çok hızlı gidiyorsunuz, adımlarınızı küçük atın, sizi takip edemiyoruz” çığlıklarını bir iki gün önce kutladığımız Dünya Kadınlar Günü hatırına sabırla sineye çekiyorduk ki, günün esprisi Yılmaz Hoca’dan geldi : “ arkadaşlar şurdaki ağacın altında sanki daha az kar var” ve biz gülerek “O Ağacın” altında çıkınlarımızı açıp iştahla yedik yemeğimizi, biraz sonra bizleri bekleyen inanılmaz zorlu saatlerin farkında olmadan. Burası parkurun tam ortasıydı, hemen hemen 3.5 saatte gelmiştik, yani bir aksilik olmaz ise 3.5 saat sonrada bitmesi ve 19:00 sularında araçta olmamız gerekiyordu.
Saat 15:30 gibi tekrar koyulduk yola; pillerimiz şarj olmuş, susuzluğumuz giderilmiş, hatta çukulata ile ağızlarımız tatlanmış olarak. İlk ciddi hayal kırıklığını köprü istikametinde büyük bire dere ile yanyana giden yolumuzun ortadan kaybolmasıyla yaşadık; yol adeta yok olmuştu, ya dereden geçip ciddi şekilde ıslanacak, yada çok dik ve tehlikeli bir yamacı aşıp yolu bulacaktık. Çetin ve Kubilay dereden geçiş olasılığını ayaklarını ciddi şekilde ıslatmak pahasına denediler, diğer grup ise bunu göze alamayarak çok dik ve heyelan tehlikesi olan yamacı tırmandılar ve nihayet yolumuzu tekrar bularak güçlükle ilerlemeye devam ettik. Aksaklıklar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Önce Yılmaz hocanın sürekli saate bakarak durum tesbiti yapması, ardındanda “az kaldı hava kararacak birazdan” deyişiyle çoğumuzun aklına endişeli senaryolar gelmeye başlamıştı. Saatler neredeyse 17:30 olmuş ama ne yolun biteceği, ne de yoğun karda yürümekten kurtulacağımız vardı. Ama sanki Tanrı halimize acımıştı; meteoroloji bizden yanaydı; neredeyse 1300 metre rakımda bulunmamıza rağmen hiç yağış yoktu ve görüş billur gibi açıktı .
Ekipte de aksaklıklar başladı. Bahri’nin donanımındaki eksiklik nedeniyle yürümekte zorlanması hepimizi kaygılandırmaya başlamıştı. Bir yandan derin karda yolaçmaya çalışırken çok yorulmuş olmamız, diğer yandan Bahri’nin durumu ve ağır ağır çöken karanlık adeta tüm ekibin moralini ciddi şekilde bozmaya başlamıştı. Diğer yandan, hemen yanıbaşımızda sanki bizi önden takibeden ve çok yeni olduğu içimizdeki en acemi yürüyüşçü tarafından bile kolaylıkla farkedilen iri bir bozayı izi de tüm bunların üstüne tuz biber ekiyordu. Tedbir olsun diye arada gürültü yapmaya , düdük çalmaya başladık, birde Kubilay gün görmemiş davudi sesiyle “aouuuuahhhh” diyerek ayıları hesapta uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Artık karanlık iyice basmış, varolan fenerler yakılmış, önde Yılmaz Hoca ve Kubilay yolaçmaya çalışıyor, arkada bir grup hanım, en geride ise ciddi şekilde aksayarak yürüyen genç Bahri ve ona adeta kolkanat geren ve gerçekten günün kahramanı olan Çetin yürüyorlardı. Çetin bu desteği sağlamasaydı çok ciddi ve daha ağır sorunlarla karşılaşabilirdik. Çok ağır fiziki şartları sanki hiç bitmek bilmeyecekmiş gibi dayatan kar bataklığı, soğuk, zifiri karanlık ve sürenin giderek uzamasından dolayı üstümüze çöken moralsizlik vardı. Ekipte ayağı ıslanan Kubilay ve Yılmaz Hoca mola vererek yedek çoraplarla durumu düzeltmeye çalıştılar. Ortaya çıkan acı gerçek şuydu: 8 saatlik kar içinde yürüyüşten sonra çoğumuzun botları, hatta en iyi markalar bile, su almış ve ayak sağlığımız ciddi anlamda bir tehdit altındaydı. İyi donanımlarımız bile çok dayanamamıştı. Bulundurulması gerekenler, giyim kuşam hakkında yazılıp çizilen sürekli söylenenlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırladık.
Saatler 18:30 olmuş, ekip müthiş yorgun ve çoğumuzun suyu tükenmek üzereydi, yemek molası esnasında yanıbaşımızda gürül gürül akan dereden mataralarımızı doldurmak nedense çoğumuzun aklına gelmemişti.Yılmaz Hoca’ya sürekli sorular gelmeye başlamıştı ekipten: “ne kadar kaldı hocam”, “ kaç saat sürer buradan varış noktası” vs. vs. Gerçek liderlik işte burada başlamaktaydı: Yılmaz Hoca son derece metanetli, sabırlı ve sakin tavrı ile “arkadaşlar köy hemen şuracıktaki tepenin altında, yaz olsa 30 dakikalık bir yol ama bu hızla 1.5 saat sürer, merak etmeyin az kaldı” diye cevap vererek artmış olan tansiyonu düşürmeye gayret ediyor, Melekşeoruç köyünün üstünde bulunan 3 yol ağzına girdiğimizi, son bir gayret göstermemizi, yakında çilenin bitip mutlu sona ulaşacağımızı sürekli telkin ediyordu. Yol boyunca köprü, mıcır yatağı gibi önemli noktaları önceden söyleyerek moral aşılıyordu.
Pınar ise ekibin önü ile arkası arasından adeta mekik dokuyarak ve o ince sesiyle “ ön taraf yavaşlayın, arka taraf çok geride kaldı” diye sürekli uyarıyordu.
Uzun yürüyüş olacağı ve 18 km karda yürüneceği belirtilmiş olmasına rağmen yinede ekipte arada küçük homurtular oluyordu: “Parkur kısa tutulamaz mıydı?, bir yerde kesilemez miydi?, Yılmaz Hoca 1.5 saat dedi neredeyse 3 saat oldu hala varışa gelemedik “ vs. vs. Ama daha önce bu yolu yürümüş tecrübeli insanlar kesinlikle bu kadar yoğun bir kar görmemişlerdi bu parkurda, yoğun olduğu kadarda batış-çıkışlarıyla yürümeyi olanaksız kılan bir zorluk vardı hiç hesaba katılmayan. Ayrıca bu parkurda yürüyüşü kesip şuraya çıkalım deme şansımız yoktu. Çünkü bir vadinin içinde yürüyorduk. Bunu denemek daha büyük bir çılgınlık olurdu.
Saat 20 sularında Çetin ve Bahri’nin çok geride kaldığı, telsizlerin sustuğu, bazılarımızın fenerlerin tamamen söndüğü çok zorlu bir sürece girdik. Kritik bir yol ayrımına gelmiştik, bu ayrımda Yılmaz Hoca tecrübe ve öngörüsünü, Kubilay ise Navigator cihazından elde ettiği veriyi okuyarak gideceğimiz yönü son kez tayin ettik, GPS ile son çekler yapıldı ve arada sırada kısa molalar vererek Yayla altında bulunan 3 yol ağzına ulaştık. Işıkların uzaktanda olsa görünmesiyle tüm ekibe moral gelmişti. Kısa bir ihtiyaç molası vererek Yayladan aşağı Melekşeoruç köyüne doğru kaslarımızda kalan son enerji kırıntılarıyla adeta serbest düşüşle inişe geçtik. Köy oracıkta, hatta hemen orada duruyordu ama ne yol, nede kar bitmek bilmiyor, dolayısıyla kabus halen devam ediyordu.
Saat 21:30 sularında, nihayet, yolda bizden önce yürümüş olan köylülerin izini gördüğümüz anda ve geldiğimizi hisseden köyün köpeklerinin havlamaya başlamasıyla hepimizin içine bir aydınlık doğdu, bütün zorluklar ve sıkıntılar unutuldu ve son gayretle bizi bekleyen vos vos Seyfiye ulaşıp minibüse doluştuk. Kabus bitmişti, tüm yüzler gülüyordu, Yılmaz hoca tüm ekibin hasar durumunu bir kez daha gözden geçirdikten sonra İstanbul’a doğru mutlu bir şekilde yola koyulduk. Çok büyük bir zoru başarmıştık, tam on saat zorlu bir kar yürüşü ile toplam 18 Km civarında gerçek bir trekking olayı yaşanmıştı. Deyim yerindeyse, ekipteki herkes “Kraliyet Akademisi Trekking Kulübünden” mezuniyet diplomasını almayı haketmişti adeta. Minübüste çok kısa süre içinde herkes uykuya dalmış, yüzlerinde bir tebessüm ve elleri sıcak bedenlerine özlemle sarılmış halde ve kimbilir hangi rüyaları görerek..
Nice yeni rotalara… yolun hep açık olsun Trekist…
Kubilay Tok
Katılımcılar
Yılmaz Ece
Pınar Mansur
Bahri Sağırlı
Kubilay Tok
Şebnem Özdenli
Berna kaya
Şirin Çetin
Çetin Doğan
0