• Ana sayfa
  • Biz kimiz
    • Hakkımızda
    • Rehberler
  • Etkinlikler
    • Etkinlik duyuruları
      • Etkinlik duyuruları günübirlik
      • Etkinlik duyuruları konaklamalı
    • Etkinlik Planı
    • Doğa yürüyüşleri
    • Tarihi yollar (Likya,Karia..)
      • Likya yolu
      • Karia Yolu
    • Kaçkar Dağları
    • Mavi Yolculuk, Dalış
    • Kamp
  • Anılar,Albüm
    • Doğa Yürüyüşü R.
    • Tarihi yollar Likya,Karia.. R
    • Dağcılık, kanyon, dalış…
    • Mavi Yolculuk Raporları
    • Yurtdışı Gezi Anıları
  • Faydalı Bilgiler
  • İletişim ve üyelik
    • Üyelik formu doldur
    • Soru sor
  • Aladağlar Kaldı Rotası 2007 Posted Aralık 31, 2007

    0

    Aladağlar Kaldı Kış rotası 19.12.2007

    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    aladag41
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    Trekist Aladağlar Kaldı Rotası
    aladag49

           Sali aksami buyuk bir heyecanla cantami yerlestirirken ertesi gun ilk kar kampimi yapacagim icin cok heycanliydim. Yola cikistan birkac gun once Ali ile birlikte cadiri kurduk, kafa lambalarimiz ve diger ekipmanimizin kontrollerini yaptik ve artik carsamba olsundu. Carsamba gunu bana tatil oldugundan son hazirliklari yapabildim, hatta fazla tozlugun var mi? diye telefon eden sevgili Gamze’ye yolumun uzerindeki kutu gibi magazadan ellerinde kalan son iki tozluktan birini almaya firsatim bile olmustu : ) Ve Gamze’nin hayatini kurtardigimi daha sonra farkedecektim…
    Aksamustu saat 6ya yaklasirken Zincirlikuyu’ya vardigimda Spiderman Hakan, Tekel fabrikasinin onunde konuslanmisti. Biraz muhabbetten sonra Hatice ve Ali de geldi ve birden kendimizi minibuste bulduk. Yavas yavas tum ekibin toplanmasindan sonra artik yoldaydik Uzun bir yolculuktan sonra Aladaglar’a vardigimizda hepimizde bir mahmurluk vardi. Belki bu Serhat’in tum yol boyu bidi bidi bidi beynimizde yankilanan esprilerinin sonu olacagi icindi bilemiyorum. Bu arada, Serhat’a mutluluklar dilemek isterim, kiz istemeye gidiyormus haftasonu 🙂
    Esyalarimizi dagevine biraktiktan sonra biz kampci grup ve zirveciler tirmanis icin yola ciktik. Kamp yukuyle birlikte yurumenin aslinda ne kadar zor oldugunu o anda anladim. Orkun’un “iki kisa bir uzun nefes al” tavsiyesinden sonra nefesimi ayarlayana kadar gecen zaman ruzgar ve sogukla birlesince susadim 🙂 Yuruyusun ilk saatinde “susadim ben” gibi yorumlar yaparak yurudugumden eminim, neyse ki cok gecmeden termos ve su bana ulasti. Her mola verdigimizde karsimdaki karla ortulu muthis bir manzarayi doyasiya mental resim olarak aldim. Parmakkaya’ya ulastigimizda artik kamp yerimize gelmistik. Henuz hava kararmamisti fakat soguk icimize o kadar derin islemis olmali ki, cadirimizi kurup kendimizi tulumlarin icine atmak icin ustun bir hiz gosterdik cadir kurulumunda. Biraz isininca yemek yememiz gerektigini dusunduk haliyle. Ali’nin İstanbul’dan getirdigi ve buyuk sukse yapmayi planladigi mantiyi yapacak enerjiyi ve dahi atesi ne kendimizde ne de ocakta bulamadigimizdan hazir corba ictik. Hasan Abi yan cadirdaki Spiderman Hakan’a corba ikram etmis, biz usudugumuzden disari cikamadigimiz icin bu guzelligi kacirdik. Acaba ne kadar soguk diye seslendigimizde hic cevap alamadik Hasan Abi veya Yilmaz Abi’den… Sonradan ogrendik ki ikisi de cadirin icinde hicbir sey goremiyorlarmis, gozlukleri gerekiyor tabii ama nasil takilacak o gozlukler 🙂 2470 metrede oldugumuzu biliyordum ama. Bir ara cicek toplamaya ciktim disari… Ve etrafimda, ayin isigiyla parildayan kar ortusunu gorunce soguga aldirmadan hayran hayran seyrettim manzarayi. Ve iste bir mental resim de burada cektim. Neyse, uyuduk uyandik ve donus hazirliklari basladi. Donus yolunda Pinar, Hakan ve ben kollarimizi iki yana acarak “Aladaglar beniiiim” fotoraflari cektirdik. Serhat’in hediklerini tasiyan Al’inin slogini ise Pinar’dan geldi: Ali Aladaglar’da 10 kaplan gucunde! Tabii, onun yerde yatarken veya yere cokmusken cekilen fotoraflarinin fotoshop hilesi oldugunu hepimiz biliyoruz 🙂
    Traktorun bizi alacagi yere yaklasirken dagevinde kalan grubu karsimizda gormek bize buyuk mutluluk verdi. Hepsiyle sanki senelerdir gorusmemis gibi sarildik, Gamze de bol bol fotoraflarimizi cekti. O sicakligi karsimizda hem de beklenmedik bir anda bulmak gozlerimize parilti verdi. Funda’yi da yanimiza katarak diger grubu yuruyuse gonderdik ve Hasan Abi’nin makarna suyundan lezzet kupu corbasi, Pinar’in eristesi ve makarna ile kendimize ziyafet cektik. Uzerine de cay icip keyif yaptik. Geri donmekte geciken yuruyusculeri beklerken yakilan ateste hedikler yanmadi ama biz oyle varsayalim ismail… Once Gamze geldi tek basina, tozluklariyla, karlar icinden… Birkac saat sonra da onu fotograf cekmesi icin yalniz birakan diger yuruyusculer katildilar bize. Sonunda herkes yekpare olarak traktordeydi. Dagevine donup de Recep ve Zeynep’in hazirladigi koftelerle ve sicak sohbetle tum yorgunlugumuzu attik.
    Neyse efendim, gokten dusen uc elmanin biri bana, biri siz okuyuculara, son elma da bize bu aktiviteyi organize edenlere çok teşekkürler.
    Ayşe Binay ..

    —————————————————————————-

    Kabahatin özrü olmazmış.
    Ama bugüne kadar elinde kırmızı tükenmez kalemi tutan hep ben oldum. Verilen projeyi kontrol eden, yanlışlarını düzelten, daha iyi yapılması için yönlendiren, ödev teslim tarihlerini belirleyen…Nehrin öbür kıyısında yüzmeyeli oldukça uzun zaman olmuş anlaşılan…
    Dört günlük Aladağlar gezisinin 22-12-2007 Cumartesi gününün raporunu tutma görevinin şahsıma verilmesi gezip gördüğü yerlerin kısa kısa notlarını tutan bende bir heyecan yarattı. Ayrıca bu Trekist tarihimdeki ilk raporum olacaktı.
    Kurşun kalem tutmayalı uzun zaman olmuştu. Yazmışken de bir Kompozisyon hocası olarak, hak verirsiniz ki, olayları iyi tasvir etmek ve eksiksiz iletmek istiyordum. Ayrıca, bugüne kadar verilen raporlarda da ana dilimi kullanmamış olmam en büyük engelimdi.
    Sözün özü, nitekim üniversitede final dönemine vardık. Dersler, gece MBA dersleri bitti ve özel dersler azaldı. Ve bugüne kadar gerek ders aralarında gerekse sıkıcı toplantıların arka sıralarında bulduğu herhangi bir kağıda ( çikolata kağıtlarının arkaları dahil) küçük notlar tutan ben, sonunda bilgisayar başına oturdum ve biraz “ Geç olsun, güç olmasın” atasözünün ardına sığınarak, biraz da guruptan aforoz edilme pahasına bu notları derledim.
    İşte, Aladağlar raporu:
    20 Aralık 2007 Perşembe:
    18 kişi olarak başladığımız gezimizin ilk günü, Aladağlar’a varışımızın kahvaltısında, Zirve Yolcuları: Orkun, Elif, Akın ve Serhat’ı arkalarından bir kova suyla uğurladık Onları,ancak İstanbul’a hareket edeceğimiz Pazar günü- yani onların duş almaksızın ve birçok uygarlık koşullarından mahrum geçireceği, dört zorlu günden sonra görecektik. Onlarla ikinci bir gurup daha hareket etti. Bu gurup, irtifa 2500 m’e kadar Zirve Yolcularına eşlik edecek, onlarla bir gece için kamp kuracak ve ertesi sabah dönüşe geçecekti. Bu gurup İstanbul’da Perşembe geceleri Dağcılık eğitimi alan altı kişiden oluşuyordu: Yılmaz Başkan, Hasan Bey, Pınar, Hakan Çimen ve Ali&Ayşe. Aladağlar’a vardığımız Cuma sabahı, bu 10 kişiyi uğurladıktan sonra Zeynep ve Recep’in huzur dolu Dağ evi tamamen bize kalmıştı. Muazzam kahvaltımıza kuzineden gelen çıtır çıtır odun sesleri ile devam edip nişi 60 cm.lik pencereden süzülen, iç ısıtan güneş ışınlarıyla bir süre tembellik yaptıktan sonra biz de keşfe çıktık. Aladağlar’da Recep ve Zeynep’in evinden çıkmak ve o eve girmek köpekleri Duman’ın himmetini aldıktan sonra mümkün oluyor. Bu da, Duman’ın oramızı buramızı (!) koklaması, oyununa eşlik etmemiz veya elimizdekini onunla paylaşmamız anlamına geliyor.

    Neyse, Duman’ın da gönlünü aldıktan sonra, Harun-Melahat, Serpil- Ahmet, Funda, Ömer ve Ben yola koyulduk. Kuzine ateşinin başında da Hatice’yi bıraktık. 2,5 saat ilerleyerek, geri kalan 2,5 saati de geri dönmek üzere harcadık. Ahmet ve Serpil gurubun öncüleri olarak hızlı adımlarla ilerleyip mola zamanlarını belirledi; yanında küçük bir Migros taşıyan Ahmet her defasında yüzümüzü güldürdü. Melahat ve Harun randımanda ikinci sıradaydılar; fotoğraf çekmenin tadına da vararak hareket ettiler. Ömer sık sık kıyafet değiştirmek, soyunmak, kat kat giyinmek, kah geride kalmak kah en önde ilerlemek suretiyle kendince bir rota tutturmuştu. Funda ve Ben ise geride derin muhabbetlerdeydik. Güneşle yürümenin ne denli sıcak bir duygu olduğunu dönüş yolunda fazlasıyla hissettik. Dağlık bölgede saat 16:00 da güneş dağların arasında hemen kayboluveriyor. Yol yürümekle bitmiyor, donan ayak parmaklarımızın acısı donmuş burnumuzun sızısıyla yarışıyordu. Ve ben yol boyunca her nedense o güzelim kuzinenin içersinde hep Ispanaklı Börek bulma özlemiyle kendime sürekli gaz veriyordum. Bu gaz verişlerim sonraki iki günde de ( mecburiyetten) devam edecekti.
    Sonunda evlerin çatıları göründü. Ama evin çatısını görmek yetmiyordu; sırada bir de Duman’ın “Hoşgeldin” seremonisi vardı: Özellikle de favorisi benken? Ona yolda çiçekler bile topladım ( Kırsal iklimin odunumsu sarı çalılarından) ve çelenk misali önünde eğilerek ona sundum. Neyse ki karnı doymuştu ve tüm uzuvları donmuş bu gariban insan gurubuna “yol ver”di. Recep beslediği ateşle kuzineyi canlı tutmuş, bizi kendimize getirmişti. Zeynep ise yaptığı yemeklerle midemize güzel bir şenlik verdi. Hatice şiş gözlerle bizi karşılamıştı. Dinlenmiş olmanın verdiği mahmurlukla kıvamında espriler yapıyor, özellikle kendisi uyku tulumunda ve fevkalade yanan odun sobası eşliğinde dahi üşümüş olduğundan, sürekli Funda’nın kabusu olacak dereceden “Yılmaz Başkanın yazlık tulumla çıktığı dağda geceyi çıkaramayacağı ve sağ dönemeyeceğine “dair kehanetlerde bulunuyordu. Gece sıcak muhabbetler ve meşhur Frambuaz aromalı Niğde Gazozu eşliğinde bitti.

    21 Aralık 2007 Cuma:
    Tavsiye ediyorum: Eğer siz de bir sabah kuşuysanız, yani sabah erken kalkanlardansanız Hatice ile aynı odayı paylaşın. Lakin, değilseniz, onun o cıvıl cıvıl, enerji dolu, esprisi bol sabah muhabbeti, yastıkla kulaklarınızı tıkamanızı hak etmiyor. Hatice, seni seviyorum! Hem diş fırçalayıp hem vagon misali birbirine bağladığın esprileri yaparken nasıl konuşuyorsun , bilmiyorum ama senin gittiğin her gezide varım, güzelim.
    Hasan ve Zeynep yine kallavi bir kahvaltı hazırlamıştı bizlere. Tarif edeyim, eve girer girmez karşınızda stüdyo tipi mutfağın bar misali alçak duvarları var- ki bu özellikle kapı kısmına yerleştirilmiş ve kapı açılıp kapandığında soğuk hava içerdeki dereceyi düşürmesin diye düşünülmüş-. Sonra sağda şöminenin önüne yerleştirilmiş devasa bir kuzine. Üzerinde iki çaydanlık çay. Burnunuzda taze demlenmiş çay kokusu. Kuzinenin ön kapağı açık; “gelin yanağı gibi” kızarmış somun ekmekler bize göz kırpıyorlar. Kokuyu tarif etmeme gerek yok sanırım. Solda Zeynep’in hazırladığı masa: üzerinde ev yapımı ve kendi tarifi olan o “elma, portakal, ceviz, tarçın karışımı muazzam lezzetteki marmelat”, çörek otlu köy peyniri, Recep’in özel tarifli sosis tabağı ve neler…neler…
    Dağdaki arkadaşlarımızı da saygıyla anarak ( Nerdeee?) başlıyoruz yemeye. Güneş salona 3 farklı pencereden cömertçe süzülüyor. İçimiz daha da ısınıyor, iştahımız da nasıl kabarıyor, bilemezsiniz. Sonra bizi “Oraların Taksi Şoförü: Hasan” gelip alıyor. Şaşırıyorum; çünkü Duman sırra kadem ( yani ortalıklarda yok). Meğer Kurban Bayramı vesilesiyle komşuları dolaşıyormuş, bize de yüz vermeyebilirmiş.
    Kapıda bizi traktöre bağlı bir römorkör bekliyordu, yani taksimiz. O karlı yolları ticari bir taksi ile aşacağımızı zannetmiyordunuz herhalde. Arkaya eklenen kasa hem bizim gibi doğa düşkünleri hem de kamp malzemesiyle çıkan dağcılar için ideal. Bir de soğuk olmasa… Tavsiyem günün birinde o römorkör ile seyahat ederseniz –ortaya- sadece ortaya oturun ve kaba etinizi sıcak ve kuru tutun. Diyeceğim o. Bir evvelki gün yürüdüğümüz noktaya taksiyle gittik ki daha ilersini görebilelim. Nitekim gördük de. Fazla soğukta kaldığım için hafızam sanırım bazı noktalarda silik; ya da bilerek bazı şeyleri hatırlamak ve anlatmak istemiyor olabilirim- o da fıtratıma uymadığı için.
    Hatırladığım: Funda’nın dağdan gelen gurubu görünce eşi için “Yılmaz geliyor!” diye bağırması, kucaklaşmalar, Ali’nin ve Hakan’ın “Oh be , değişik insan yüzü gördük” nameleri ve kahrolası “Parmak Dağı”… İrtifa 2300 m’e yakın Dölek’te, fotoğraf çekmek üzere saatlerce gurubumun eteklerinde görünmesini beklediğim, gözlerimin üzerinde kaldığı soğuk şekil: “Parmak Dağı”…
    Saat 16:00 ve 17:00 arası gurubum, traktörün bizi bıraktığı yerde buluştu. Dolunay eşliğinde römorkörde eve seyahat harika. Gerçi o gecenin ayazında kimsenin yüzünü balaklavalardan göremiyorsunuz; şarkı söyleyen yok; “Bak , Dolunay ne güzel!” çağrısını donmuş dudaklardan yapabilseniz dahi kimse kafasını doğrultamıyor. Ayrıca, kalabalıksınız; kim bilir kimin ayağına oturuyorsunuz veya dizlerinizin üzerine kim yaslanarak yolculuk ediyor, bilmiyorsunuz. Ancak, bilinen o ki, o römorkörde ortadaysanız, sıcaksınız ve kaba etinizdeki o Goretex, dizinizdeki o sivri dirsek sizi hiç mi hiç rahatsız etmiyor. Çünkü, bir ihtimal o kuzinede Ispanaklı Börek sizi bekliyor; Zeynep’in yemekleri sizi bekliyor; Recep’in harlı tuttuğu kuzine ateşi sizi bekliyor.
    Nitekim Ispanaklı Börek hariç, tüm beklenenler yerindeydi: Duman bile. Lezzetin doruğuna çıkmış köfte, pilav, salata, yoğurt vb. harikaydı. Gurup bu gece daha kalabalık. IKEA’dan alına çayaltı mumlarını çıkarmanın zamanı. Dünden beri kulağımız Radyo Eksen’de zaten. Gel de Uydu sistemini sevme. Önce Niğde’nin Eksen kasabasının müziği ne kadar da kaliteli derken, çıka çıka bizim Radyo Eksen çıktı- hem de Uydudan.
    Siz hayal edin: Doyurulmuşsunuz. Sıcak çay bardağı elinizde. Solunuzda sıcacık kuzine, kulağınızda Radyo Eksen, ortam loş ve oraya buraya serpiştirilmiş mumlarla aydınlatılmış. Hatice saat 8:30 da uykuya dalmış; başında Ömer, kimse onu uyandırmasın diye nöbette. Yani, ortam sessiz. İnceden bir muhabbet var. Hasan bey kolları sıvamış, hepimize sıradan ayak masajı yapıyor. Evet, bana ters. Daha bir gezidir tanımışım ama herkese ayak masajı yaptıysa, sorun yok. Hem zaten çok yorulmuş, “Dağdan gelir bir kız döne döne” şarkısına konu olmuşum. Geceyi bu huzurla bitiriyoruz.
    22 Aralık 2007 Cumartesi
    Artık gurubumuz daha büyük; ayrıca Başkan yanımızda. Topluca Cinbar Vadisini ( Çimbar veya Cimbar da deniyor) tırmanacak, Arpalık Yaylası’nın güzelliği ile nefeslerimizi tutacağız.

    Kahvaltımızı yapıp, Duman’ın da himmetini alıp, Hasan’ın taksisiyle Cinbar Vadisinin eteğine gittik. Bir önceki gün Ali dizini incittiği için Ayşe ile bize katılmadı. “Ba-ton-lar e-li-miz-de, u-zun ip-se Ha-kan’da, Biz gideriz Cinbar’a , Hey Cinbar’a! ” edasıyla tek sıra halinde başladık tırmanmaya.

    Bir kanyon, bir vadi; içinde yürüdüğümüz. Ve sürekli tırmanıyoruz; düz alan yok. Önceden yürüme parkuru diğer yürüyenler tarafından inceden açılmış; onların ayak izlerini takip ederek, o kayadan bu kayaya zıplıyoruz. Batonlarla destek alıyoruz; birbirimizi takip ediyoruz. Yan yana yürümek mümkün değil, çünkü yol müsait değil. Muhabbet ise önündeki ve arkandaki ile sınırlı. Ona da nefesin ve kondisyonun yeterse, tabii. Sağda solda çakal izleri, tavşan izleri görüyoruz. Mağaralar her iki yanımızda beliriyor. Bu dağlara neden Aladağlar dendiğini daha iyi anlıyoruz. Çünkü kısıtlı zaman diliminde buralarda seyahat eden güneş vurduğu her yüzeydeki o kızıl kilin en ince tonunu yüzeye vuruyor. Şüphesiz, gölgede yürüyoruz ancak güneşin vurduğu tepe bölgelerde gözlerimiz. Kayaların arasında yetişmiş küçük ağaçlar gözümüze çarpıyor. Hareket ettikçe terliyoruz. Terledikçe saçlarımız donuyor.Bir ara rahat çıkmayacağımız bir kaya engeliyle karşılaştık. Ve ver elini gurup çalışması. Birbirimize yardım ederek bu engeli de aştık.
    Orada burada mola verip üstündekini çıkartan veya değiştirenimiz var ki bu çok doğal; kimse kimseyi yadırgamıyor. Saçlarım sırılsıklam; terlemişim; hatta saçlarım soğuktan donmuş. Biraz tedirginim; hasta olmaktan korkuyorum. Yarım saat sonra güneşe çıkmak ümidiyleyim. Harun’a irtifayı soruyoruz; saatine bakıp 2000 küsür diyor.
    Ve güneş…Derhal mola veriyoruz. Nedense ikiye ayrılıyoruz. Bir gurup Hasan Bey ile hareket ediyoruz. İyi de ediyoruz çünkü bir oturduk, tam güneşe oturduk ve bir daha bizi yakalayan gölge ile kovalamaca oynamadık. Oturduk, çay içtik, kıyafet bile kuruttuk.
    Karşımızdaki Arpalık yaylası geride bıraktığımız dik ve ardışık iki kaya kütlesine inat, düz ve davetkar. İçimizi çay dışımızı güneş ısıtıyor ve yine koyuluyoruz yola. Arpalık’ın tepesinde buluşacağız diğer gurupla; gözlerimiz üstlerinde. Biz daha az meyilli ama daha uzun bir rotadan çıktık. Yılmaz Başkan ve gurubu ise daha kısa ve daha meyilli bir rota çizdi. İtiraf ediyorum, burada ayaklarımı kontrol edemediğim anlar oldu. Neyse ki Hasan Bey sırt çantamdan tutarak beni destekledi. Kendisi bu gezide müthiş bir performans sergilemiş, gözümde, ilerlemiş yaşına rağmen 30luk “delüğanlı” imajı çizmiştir, bilesiniz.
    Her zorluk bir güzelliği de beraberinde getirir ya, işte Cinbar tırmanışının sonunda Arpalık Yaylası’nda bizi bekleyen bir sürpriz vardı. Bu karla kaplanmış düzlüğün ardında yine onu yineleyen bir düzlük vardı ki ne olduğu net değildi. Hatta iki gurup arkadaşımız bu beyazlığın başka bir yayla uzantısı veya bulut kütlesi olduğu üzerine 3 cevize iddiaya bile girdiler. Ve ikinci gurup kazandı.
    Nefesimiz kesildi. Dakikalarca bu güzelliği resimlemeye çalıştık. Bir gurup sağımızdaki tepeden farklı bir açı yakalamaya çalıştı. Aslına bakarsanız, böylesi bir güzelliğin karşısında ne gitmek istedik, ne de kalmak. Bu, bu, bu, gerçek olamayacak kadar güzel, iliğimize işlercesine de soğuktu. Güneş batmadan bizi aşağıda “takside” bekleyen Ayşe ve Ali ile buluşmalıydık. Acıkmıştık da. Alabalık ne güzel gidecekti şimdi.
    İnişte, Hatice özgür ruhuna yenilip kendi rotasıyla aşağıya inmek istedi ve Pınar’la birlikte bizden ayrıldılar. Yol üzerinde yine buluştuk. Kısa bir mola sonrası bu güzel tırmanış dayanışmasını resimlemek lazımdı; ve görev bana düştü.
    Güneşin bir taraftan kavuşması , arkamızdan ise dolunayın yükselmesi hoş bir enstantaneydi. Fakat havlayan köpekler bu güzelliğin keyfini kısa süre sürmemize sebep oldu. Hızla indik Mümtaz Çankaya Dağ Evi’ne. Ali&Ayşe ile buluştuk. Ve sıkı sıkı giyinip atladık taksiye. Bizi köyün yegane alabalık tesisi “Dokuzgöz” e götürdü Hasan. Yolda donduk, inince yine korktuk. Tabi ki yine köpek havlamasıydı bizi irkilten.
    Günlerdir, uygarlık namına Eksen Radyo ve traktör ile haşrolan bizler, bu iki katlı restoranın ikinci katında Ferhat Göçer’in Niğde versiyonu ile tanıştık. Bizim dışımızda ama bizim kadar kalabalık bir “memur” gurubu, ailecek dans ediyordu içeri girdiğimizde; müzik ise önceleri “Dünyaya bir daha gelsem, sevgilim…” in üç kere tekrarlaması olacaktı. Isınmak, başka insanlarla kaynaşmak güzeldi, güzel olmasına ama keşke elinde gitar olan amcam daha iyi çalmayı ve söylemeyi bilseydi. Alkollüydüler ama şendiler. Detone oluyorlardı ama sözleri unutmuyorlardı. Çocuklarıyla gelmişlerdi ve onların da yaş gurubuna uyan , ortak zevk sadece Ferhat Göçer olmalıydı ki gerek müzik çalardan gerekse akortsuz gitardan hep onun şarkıları yükseliyordu. Tavada veya ızgarada Alabalık güzel gitti. Ardından çay içimizi ısıttı. Bu arada var olan kaloriferlerde elimizi ayağımızı ısıttık. Bunu gören işyeri sahibi bize acıdı, uyku tulumlarımızla orada kalabileceğimiz teklifini yaptı. Gecenin jesti bize hizmet eden Barış adlı garsondandı: Hasan Bey’in sigara paketinin bittiğini gören Barış Hasan Bey’e bir paket sigarayı o istemeden getirmişti. Barış bu hareketi ile hepimizi fethetti. O gece oldukça yorgun olmalıydık ki gelir gelmez herkes odalarına dağıldı ve yattığı yeri beğendi.

    23 Aralık 2007, Pazar
    Sabah 10:00 sularında Zirve gurubu aramıza katıldı. Küçük Demirkazık zirvesine çıkabilmişlerdi; hepimiz onlarla gururlandık ve onlar da kahvaltı ettikten sonra hemen yola koyulduk. En 12 saat süren bir yolculuk bizi bekliyordu. Recep ve Zeynep ile irtibat numaralarını değiştirdik; Duman’ı saygıyla selamladık ve mavi yastıklı otobüsümüzde yerimizi aldık….
    Aladağlar Gezisinin
    EN’LERİ:
    Hasan Geçkin Bey’i, gidiş yolu boyunca hiç uyumaması ve ertesi gün 2. ekiple kamp yapmak üzere tırmanışı sebebiyle GURUBUN EN UYKUSUZU VE DELİKANLISI
    Cüsse itibariyle narin görünüp kamp esnasındaki performansıyla herkesi kendisine hayran bırakan Ayşe Binay’ı YILMAZ BAŞKANIN EN SON KEŞFİ
    Hasan Geçkin Bey’i, bizler otobüste uyurken tüm camları buzlanmaması için teker teker elindeki selpakla silmesi ve tüm kamp arkadaşlarına Tahtakale’den aldığı fener, lamba vs hediye etmesinde ötürü GURUBUN EN İNCE DÜŞÜNCELİSİ
    Kamptan döndükten sonra gurubu yemek masasında “kızarmış ekmek”le besleyen, yol boyunca da konakladığımız yerlerde bizlere bilumum içecek ve yiyecek servisi yapan Hakan Çimen’i GURUBUN EN CENTİLMENİ
    Gidiş yolunda 8 saat boyunca nefes almadan muhabbet edip, dönüş yolunda Zirve yapmış olacağından bitap düşmesini hayal ettiğim yol arkadaşım Serhat Güneş’i dönüş yolunda da aynı konuşma performansını göstermesinden ötürü GURUBUN HİÇ SUSMAYANI
    Kız arkadaşını kuş üzümüyle beslemeyi şiar edinmiş Ahmet Bey’i GURUBUN EN DÜŞÜNCELİ ERKEK ARKADAŞI
    İlan ediyorum.
    Ve gelelim UNUTULMAYACAKLARA:

    * Hakan Çimen ve Hasan Geçkin Bey’in evin içinde sigara içebilmek için Recep Bey’e durmak bilmeyen yalvarışları, ısrarları ve sonunda azınlıkta kalıp vazgeçişleri
    * Hasan Geçkin Bey’in uzun bir yürüyüş sonrası gurup elemanlarının ayaklarına yaptığı masaj
    * Odun sobası ile ısınan suda banyo yapabilmek için beklenen kuyruk
    * Pınar ve benim soğuktan yanan cildimize sürdüğümüz Bepantene
    * Serhat’ın yolda, gece yarısı, herkes uyurken, önümüzde uyuklayan Ali&Ayşe’nin koltuklarını sarsarak “Hadi uyanın. Ne uyuyorsunuz?” muhabbeti ve hemen ardından “Ali okuluna gitsin; Ayşe de topu tutsun; Ben uyuyacağım” nameleri Hatice’nin ormanın ortasına “atletini” değiştirmesi
    * rofesyonel Kaya tırmanıcısı olan ev sahiplerimizin kışın idman yapmak amacıyla kendilerine inşa ettikleri küçük kondisyon odası ve içindeki eğimli ve tutmaçlı yapay duvar
    * Duman’ın oramızı-buramızı koklamaları
    * O tobüste üşüyünce Hatice’nin eldivenleri ayağına geçirmesi
    * Ahmet Bey’in küçük bir Migros’u aratmayan sırt çantası ( Olmaz ki, kısa yürüyüşlerde bile çantasından elektrikli saç kurutma makinesi çıktı bu arkadaşın)
    * Bir traktörün römorkunda seyahat ( Başkan, biz bu traktör seyahatlerine çok alıştık. İstanbul’da nostalji turları isteriz)
    * Herkese ailesiyle güzel bir Sömestre tatili diliyorum…

    Gamze Kalay, MBA in Ed.
    T.C. Yeditepe Üniversitesi
    Güney Hazırlık Okulu
    Kayışdağı, Istanbul

    ——————————————————————————————————————————————————–

    Kaldı Zirve

    19 Aralık Çarşamba günü Bakırköy’den yaklaşık 45 dakikalık bir gecikmenin ardından “tabi bu arada nerede kaldı abi bu otobüs diye Yılmaz Abi’nin kafasını şişirerek” çıktık yola.
    Ertesi sabah 08:00 sularında Recep’in Çukurbağ’daki dağ evine varmıştık varmasına ama değil eve girmek evin köpeği Duman bahçeye adımımızı bile attırmıyordu. Sağolsun Recep Abi Duman’ı bizden uzaklaştırırken biraz sonra yalanırsın amcalara diye bağırıyordu Duman’a. Derken birkaç dakika geçmemişti ki bahçeye adımımızı attırmayan Duman şimdi bizimle oyun oynuyordu.
    Dağ evinde harika bir kahvaltının ardından son hazırlıklarımızı tamamlayarak bizi Sarı Memetler’e götürecek traktöre atladık ve yaklaşık yarım saat süren bir yolculuğun ardından Sarı Memetleri geçerek ormanın iç kısımlarında traktörün artık daha fazla ilerleyemediği noktaya kadar ilerledik. Traktörden indik ve Akşampınarı ile Avcı Veli arasında yerini tam olarak bilmediğimiz kamp yerimize doğru ilerlemeye başladık.
    Saat 15:00 sularında artık grup olarak daha fazla ilerleyemeyeceğimizi anladığımız Parmakkaya’nın hemen altında kampımızı kurmaya başladık. Grubumuz 10 kişiden oluşuyordu fakat yalnızca dördümüz ertesi gün daha ileri gidecek ve Kaldı zirvesini deneyecektik. Derken çadırlarımızı kurduk ve yemeklerimizi yedik. Saat 18:30’da dışarıdan kimin olduğunu bilmediğim bir ses duydum “beyler dışarısı -17 derece” o anda dağ evinde Recep Abi’nin söylediği bir söz geldi aklıma “dün gece Çamardı’nda hava -10 dereceydi kim bilir yukarıda hava nasıldır? Allah zirve grubunun yardımcısı olsun”. Cidden de hava çok ama çok soğuktu ama tulumlarımıza girdiğimiz anda artık dışarının soğuğu bizi etkilemiyordu.
    Ertesi sabah saat 6:00 da uyandık ve yapılan kahvaltının ardından çadırlarımızı toplamaya başladık. Kamp toplandığında zirve gurubu olarak arkadaşlarımızla vedalaşarak ikinci ve son kamp yerimiz olan Kaldıbaşının altındaki düzlüğe doğru yola çıktık. Avcı Veli’ye vardığımızda Zirve Dağcılık ekibinden 2 kişinin aşağıya doğru indiğini gördük. Zirveyi 8 kişi denemişlerdi fakat bir kişinin Kaldıbaşından geri dönmek zorunda kalması nedeniyle bu 2 dağcı Avcı Veli’nin az altındaki kamp yerlerine doğru gidiyorlardı. Avcı Velini geçtik ve saat 15:00 sularında planladığımız kamp yerimize vardık. Akşam yemeğimizi yedikten sonra tırmanış sırasında ihtiyacımız olacak suyu termoslarımıza doldurmak için su isıtmaya başlamıştık ki rüzgar şiddetini artırmaya başladı. O sırada bu sefer kimin olduğunu çok iyi bildiğim bir ses ”Orkun Abi” birazdan diner bu rüzgar diye bağırdı. Ama o rüzgar hiç dinmedi…
    Hava o kadar soğumuştu ki bir önceki gece -17 derece olan sıcaklığı mumla aramaya başlamıştık. Aramaya başlamıştık derken bu sadece ben ve çadır arkadaşım Serhat için geçerliydi çünkü Serhat gayet havadar olan yazlık bir çadır getirmişti dağa. Tabi buda bize soğuk, soğuk ve soğuk olarak geri dönüyordu. Çadır o kadar havadardı ki kışın nefesimizden çıkan su buharının iç tente üzerinde oluşturduğu nemden eser dahi yoktu. Çadırın içerisinde tir tir titrerken Elif çadırlarının çok sıcak olduğunu söyledi ve bizi çay içmeye davet etti. Çadırlarına gittiğimizde benim gerçekten çok üşüdüğümü görerek Orkun abi ve Elif (çok teşekkürler) her biri bir ayağıma bir hot pad dayadılar ve ısınmama yardımcı oldular. Çayımızı içip iyice ısındıktan sonra sabah 05:00 da kalkma üzere anlaştık ve istemeye istemeye de olsa havadar çadırımıza gittik. Ertesi sabah zirveye gitmenin heyecanı içerisinde tulumlarımızdan çıktık ve kahvaltımızı yaparken bir ses duyduk “beyler kolay gelsin”. Sesin sahibi önceki gün gördüğümüz Bursalı iki dağcıdan biriydi, geceyi kamp alanımızdan 100 metre kadar geride bivaklayarak geçirmişlerdi. Yukarıda görüşürüz dedik ve hazırlıklarımızı tamamlayarak zirve yoluna koyulduk.
    Saat 07:00 yola çıktık ve yaklaşık 45 dakika sonra kaldıbaşını geçmiştik ki tırmanış ekibinden Serhat dizindeki problem nedeniyle geri dönmek zorunda kaldı. Şimdi 3 kişi kalmıştık ve yola devam ediyorduk. İlerlerken aynı zamanda önümüzdeki Bursalı 2 dağcının tırmanışını da göz ucuyla izliyorduk. Dağcılardan biri zirveye doğru ilerliyor diğeri ise kılçık diye tabir edilen yaklaşık yarım metre genişliğinde iki tarafı dik uçurum olan ve bence Türkiye dağlarının sırat köprüsü diyebileceğim bir bölgede bekliyordu. Biz de tırmanışa devam ettik ve kılçığa ulaştığımızda dağcılardan birinin yanlarına teknik malzeme ve ip almadıkları için devam etmediğini öğrendik. Çok geçmeden diğer dağcı da zirveden inerek yanımıza geldi ve dağcılar inişe geçerek gözden kaybolmaya başladılar.
    Tekrar aynı yerdeydik 2005 yılı şubat ayında Orkun abi, Elif ve ben aynı yerden zirveye ulaşamadan dönmek zorunda kalmıştık. O zaman zirve yapamamızın nedeni Ben ve Elif’in psikolojik olarak kılçığı geçmeye hazır olmamamızdı. İkimiz de teknik olarak bunu yapabilecek seviyedeydik fakat psikolojik olarak hazır olmadığımız için geriye dönmek zorunda kalmıştık. Bu zirveyi Orkun Abi’ye borçluyduk ve bu sefer bizi neyin beklediğini biliyorduk. Hedefi onikiden vuracağımıza hiç kuşkumuz yoktu. İpimizi çantamızdan çıkardık ve tırmanışa devam ettik. Ben Orkun abinin emniyetinin alıyordum, Orkun abi ilerideki bir noktada ikinci bir istasyon kurduktan sonra Elif ipe giriyor ve son olarak ben istasyonu sökerek yanlarına gidiyordum. Bu şekilde kılçık üzerindeki babaları kullanarak 4 istasyon iki de ara emniyet noktası kullanarak zirvenin altındaki noktaya geldik. Bu arada yanımızda iki kamera olduğu için Orkun Abi tırmanırken Elif onu kameraya alıyor, Elif ve Ben tırmanırken de Orkun Abi bizi kameraya çekiyordu.Zirvenin altındaki noktaya geldiğimizde ipi topladık ve yaklaşık 20 metrelik kar kulvarından yukarı çıktık. Tepeye çıktığımızda birden bizi bir kılçığın daha beklediğini gördüm. Onu da geçtikten sonra artık zirvedeydik, fotoğraflarımızı çekip çişimizi yaptıktan sonra “tabi bu anın da Elif tarafından kameraya çekildiğini dönüş yolunda öğrendik” reklam filmlerimizi de ( Turkcell’le bağlan hayata ) çektik ve inişe geçmeye başladık. Şimdiki işimiz daha zordu çünkü konsantrasyonumuzu kaybetmememiz gerekiyordu. Çünkü dağ kazalarının büyük kısmının iniş sırasında meydana geldiğini biliyorduk. Bunu birbirimize hatırlattıktan sonra inişe geçtik.
    Önce kılçığı geçtik ardından Kaldı’dan aşağıya indik. Çadırımıza ulaştığımızda zirve yolundan geri dönen Serhat’ın kamp yerinde olmadığını gördük. İşin kötü tarafı Serhat’ın geri döndükten sonra kamp yerine uğradığına dair herhangi bir ize de rastlayamamıştık. Dönüş yolunda başına bir şey gelmiş olmasından endişelenerek kamp yerinin yakınlarında Serhat’ı aramaya başladık. Kaldıbaşına doğru giderken bir yandan da kardaki izleri inceliyor ve nereye gitmiş olabileceğini bulmaya çalışıyorduk. derken bir krampon izi gördük. ne biz ne Bursalı iki dağcı, ne de bir gün önce zirveye çıkan Zirve Dağcılık Kulübü dağcılarından hiçbirinin krampon kullanmadığını biliyorduk. Krampon izlerini takip ettik ama izler anlamsız zigzaglar çiziyor ve sonunda kampa dönüyordu. Derken birinin Alaca tarafından kampa yaklatığını gördük.Bu Serhat’tı. Dağcılık etiğine hiç de uymayacak bir şekilde kimseye haber vermeden kamp yerini terk ederek Alaca zirvesini tırmanmaya gitmişti. En azında başına bir şey gelmemişti ve artık kamp yerindeydi. Sonra çadırlarımıza girdik ve ertesi gün saat 5:00 da kalmak üzere anlaşarak dinlenmeye başladık.
    Sabah 06:15’de çadırlarımızı toplamış ve inişe geçmiştik. İnişimiz sırasında kamp yerimizin hemen yanındaki vadiyi kullandık ve Avcı Veli’ye uğramadan yolumuzu kısaltmış olmanın keyfiyle yürümeye başladık. Yolumuz şimdi daha kısaydı fakat bu yol geliş yolumuza kıyasla daha dikti ve bazı yerlerde kar oldukça serti. Karın sert olduğu noktaya geldiğimizde Orkun Abi bizi uyardı ve kazmalarımızı çıkarmamızı söyledi.Elif kazmasını eline almış ama diğer elinde de batonunu tutuyordu. Orkun abi batonunu çantasına koyması konusunda onu uyardı fakat Elif bu şekilde de inebileceğini söyledi. Aradan 10-15 saniye geçmemişti ki Elif aniden düştü. Ani bir refleksle kazmasını kara sapladı fakat tek elini kullandığı için kazması kardan çıktı. Orkun abi Elif’i tutmak için ona doğru koştu fakat 1 metre kadar kala Elif hızla onun yanından geçip gitti. Derken Elif karın yapmış olduğu bir bombe yüzünden takla atmaya başladı. Etraf toz duman içinde kalmıştı. Elif’in en az 3 takla attığını görebildim ve bu son 3 gün içerisinde en korktuğum andı. Çünkü Elif aşağıdaki kaya kütlesine doğru takla atarak hızla ilerliyordu ve kayalara çarpması halinde ciddi olarak yaralanabilirdi. Derken kendini toparladı ve kazmasını tekrar sapladı ve sonunda kayalara birkaç metre kala durmayı başarmıştı. Neyse ki yaralanmamıştı ve vay be ne düşüştü diyerek yürümeye devam etti. Sonra saat 11:00 sularında Sarı Memetler’e geldik ve bizi almaya gelen traktöre binerek dağ evine doğru yola koyulduk. Dağ evine geldiğimizde arkadaşlarımızın bizi beklediğini gördük. Derken Ali’nin elinde iki kupa dolusu buz gibi bira ile bize yaklaştığını gördüm birayı kaptığım gibi dayanamayarak bir dikişte bardağın yarısını devirdim.
    Gerçekten de hayatımda içtiğim en güzel biraydı
    Akın Özdemir

    Leave a Comment Cancel Reply To Comment

  • Son Yazılar

    • Likya Adrasan-Çıralı 2018
    • Ormanya Etkinliği 15.11.2020
    • Mavi Yolculuk Selimiye Datça Etabı 18.09.2020
    • Mavi Yolculuk Karia Bozburun Etabı
    • Likya 3 Kekova Demre Parkurları

    Son Yorumlar

    • Romanya etkinliği 2016 için ecesistem
    • Romanya etkinliği 2016 için EYLEM
    • Romanya etkinliği 2016 için ecesistem

    Arşivler

    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Aralık 2018
    • Eylül 2018
    • Nisan 2018
    • Mart 2018
    • Şubat 2018
    • Ocak 2018
    • Aralık 2017
    • Kasım 2017
    • Ekim 2017
    • Nisan 2017
    • Ocak 2016
    • Mart 2012
    • Aralık 2007
  • Site haritası
    https://www.trekist.com/sitemap.xml

© Copyright 2012